Toplumun McDonaldlaştırılması
Merhaba Sevgili BNGL Okurları,
Bu yazımızda, her yerde kolaylıkla bulabileceğiniz 3 malzemeyle irrasyonel toplum yapmayı öğreneceğiz. Malzemelerimiz:
- Orta boy bir toplum
- Büyükçe bir kova
- Alabildiğince akıl
Önce güzelinden bir toplum seçiyoruz. Şöyle iyice bir kontrol edin, yırtığı söküğü olmasın. Seçtiniz mi? Şimdi toplumumuzu kovanın içine yerleştiriyoruz. Üzerine akıl fikir boca ediyoruz. Elinizi korkak alıştırmayın, bolca dökün. Tahta çubuk gibi bir şey varsa karıştırın iyice, her yerine değsin. Sıkıca kapatın şimdi kapağını. Gerekirse bantlayın, kimse kaçmasın. Rasyonelleşe rasyonelleşe manyak olan toplumumuz sabaha hazır.
Gelin o esnada biz biraz George Ritzer’dan konuşalım.
Kitabımız, Toplumun McDonaldlaştırılması; bilimimiz, sosyoloji.
Ritzer, 1940 yılında New York’ta doğmuş. Annesi sekreter, babası taksiciymiş. City College of New York’ta psikoloji okuyup üstüne Michigan Üniversitesi’nde işletme yüksek lisansı yapmış. Okul bitince Ford Motor Company’de yönetici olarak işe girmiş. Maaşı iyi, önü açık, mis gibi iş. Sonra işte Teoman’a da müziği bıraktıran malum sebeplerle doktora yapıp basmış istifayı, yallah akademiye. Şimdilerde Maryland Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü olarak çalışıyor. Altılı soğan halkasından makiyatoya, ikeya köşe koltuktan kredi kartlarına, tüketim toplumuna dair ne varsa hepsine gıcık oluyor.
Burada göz atacağımız McDonaldlaşma tezi, Ritzer’ın en popüler çalışmalarından biri. Mekdanılsın mekdanıls olduğu dönemlerde, herkes pattisi ketçaba bandırırken bizimki yememiş içmemiş fast food zincirlerinin işleyiş mantığı ile modern toplumun örgütlenme tarzı arasında bir ilişki var diye tutturmuş. McDonald’s aşağı McDonald’s yukarı. Bütün derdi üretim ve tüketim ilişkilerinin McDonaldlaşması olmuş. Peki, toplum nasıl McDonaldlaşıyor? Malzemelerimizi sayıyorum, orta boy bir toplum, alabildiğine ketçap, eheh, şaka şaka.
Önce biraz tarih:
McDonald’s, Mac ve Dick McDonald ismindeki iki kardeş tarafından 1937 yılında Kaliforniya’da kuruluyor. Avuç içi kadar dükkân. Adamların öyle çekirge sürüsü gibi yayılam, kapitalist olam, emek sömürem gibi dertleri yok. Ha ne diyorlar, üretim pratik olsun, mesela böyle bir bant olsun, köfteleri biri pişirsin, biri pattis kızartsın, öbürü kola doldursun, alan gitsin, sıradaki gelsin, para-köfte-müşteri sirkülasyonu olsun. Sürümden kazanıyorlar zaten. Plastik tabure bile yok dükkânda. Arabayla gel, al git modeli. Bu kadar yani.
Olayı abartıp çığırından çıkaran kişi Roy Kroc. Ne anasının gözü he. Sen kalk Amerika’nın Kayseri vilayetinden 1954 senesinde gel, ayaküstü iki lokma yiyecekken dükkâna çök. Baktın işler iyi, 1961’de McDonald kardeşlerin eline üç beş dolar sıkıştırıp dükkânı komple al. Öyle vizyon gurme filan da değil. Ekmek arası kızarmış peynirli ananas dilimi gibi şeyler tasarlıyor. Evlerden ırak.
Kroc’un asıl olayı bayilik vermesi. Bayilik isteyenler 950 dolar tükürüyor, satış gelirinin de %1,9’unu sakal diye Kroc’a bırakıyorlar. Öyle de anasının gözü ki bir kişiye birden fazla bayilik vermiyor, böylece merkezî yönetimi kaybetmeden kısa sürede zincir kurup mekdanılsı mekdanıls yapıyor. Anasının gözü demiş miydik? Evet.
Şimdi biraz kuram:
Kroc’un gözlerini parlatan şey maksimum verimlilik kafası. Sistem bunun üzerinde kurulmuş. Her iş, işin ehline bırakılıyor. Köftecibaşı, pattisçibaşı, milkshakecibaşı. Akılcı bir şekilde bölünmüş işler, uzmanlaşmış işçiler tarafından yapılıyor. Üretim bandından makine parçaları değil, köfteler geçiyor. Bir nevi hamburger fabrikası.
– Bu şey değil mi, Weber, bürokrasi, rasyonelleşme falan?
– Aynen öyle.
Hatırlayalım hemen, ne demişti Weber: bürokratik örgütlenmede her görev belli bileşenlere ayrılır. Herkes sadece kendi işini yapar diğerine karışmaz. Böylece çok sayıda iş, arapsaçına dönmeden yapılır (verimlilik). Kim neyi, nasıl, ne zaman, nerede yapacak belli, her şeyin bir şeyi var (öngörülebilirlik + hesaplanabilirlik). E madem ayetler var, kafanıza göre takılamazsınız (denetlenebilirlik). Süper kolaylık! Gibi duruyor.
Ama…
Rasyonellik çok ilerleyip gözden kaybolunca modern bürokratik kurumlar demir kafes gibi üstümüze kapanıyor. Bu demir kafes lafı Weber’in. Güzel laf, hocalar sorar hep. Neyse.
Rasyonalite içindeki irrasyonalite öyle tehlikeli boyutlara ulaşıyor ki, modern fabrika sisteminin toplumsal düzene uygulanışı katliamlara bile yol açıyor. Mesela Bauman, Yahudi soykırımının bu modern bürokratik akılcı sistem içinde yapıldığını söylüyor [1]. Çok fena.
Ritzer’ın tezi buralardan güç alıyor zaten. Elbette toplum kovaya konup bir gecede McDonaldlaşmadı. Arkasında bir dizi ekonomik, siyasal, toplumsal değişim var. Bürokratikleşme, Yahudi soykırımı, bilimsel yönetim, Ford’un montaj hattı, Levittown’daki toplu inşa edilen banliyö evleri ve alışveriş mağazaları, var da var diyor.
Ritzer’ın yaptığı şey, Weber’in bürokrasi modeliyle açıkladığı rasyonelleşme teorisini hazır yiyecek restoranları üzerinde gösterip bunun toplumları nasıl sardığını ortaya koymak. Bu yüzden Weberci izleği takip ederek McDonaldlaşmanın dört boyutu var diyor. Bunlar: verimlilik, hesaplanabilirlik , öngörülebilirlik ve denetim.
- Verimlilik
McDonald’s (hazır yemek restoranları), müşterilerini kısa yoldan tıka basa şişirip zamandan ve zahmetten kurtarıyor. Tabak çatal bile yok. İşçiler için de verimli. Zaten her şey hazır geliyor, kaç dakika pişecekleri yönergede var. Oturup kabak çiçeği dolması sarmıyorlar yani. Bulaşıktı, masaya servis açmaktı yok. Kimse hiçbir şey için kafa yormak, zahmet vermek, yaratıcı düşünmek zorunda değil. Maksimum verimlilik, maksimum kâr.
- Hesaplanabilirlik:
Bu ilkede mantık, her şeyin nicelleştirilebilmesi, yani sayılabilir olması. Hemen yiyem, çok yiyem, az ödeyem istiyoruz, onlar da az paraya çok ürün/hizmet algısı yaratıyor. Filan.
- Öngörülebilirlik:
En iyi katmer nerede yenir? Ya kuru patlıcan dolması? Peki, Big Mac hangi McDonald’s’ta daha iyidir? Yeaaa işte, konu Big Mac olunca ha Los Angeles ha Sivas, fark etmiyor. Dükkânın dizaynından, menülere, menülerdeki pattislerin hatta turşuların boylarına kadar aynı. Çalışanların hoş geldin beş gittin demesi bile ezbere.
- Denetlenebilirlik:
Bu boyut, gayriinsani teknolojilerin bizi denetim altına alışını anlatıyor. Mesela, restoranlardaki şöyle yap böyle yap diyen tabelalar aslında bizi kontrol ediyor. Bardak dolunca duran kola otomatının, pattisler kızarınca olay çıkaran fritözün havası hep bize. Sandalyeler 20 dakika sonra rahatsız olup kalkacağımız şekilde dizayn ediliyor.
Gelelim Ritzer’ın eleştirilerine:
Ona göre verimlilik bir yanılsama. Sipariş ver, tepsi taşı, çöpleri at derken bütün iş müşteriye kitleniyor, sermaye sahibinin kafası rahat. Verimlilik adı altında yapılan basitleştirme, niteliksizleşmeye yol açıyor. Bu mantık diğer sektörlere de yansıyor. McÜniversitelerde kalabalık öğrenci gruplarına test usulü sınavlar yapılıyor, hocalar satıcı öğrenciler müşteri gibi takılıyor, sonra vay efendim eğitim niye böyle. Aynı şekilde hızlı tıbbi bakım merkezleri, hızlı klinikler, ayakta tedavi, yürüyerek girilip çıkılan ameliyatlar, sağlık sektörünün de McDonaldlaştığını gösteriyor.
Hesaplanabilirlik yüzünden niceliğe yapılan vurgu, sağlıklı ve lezzetli yeme içme kaygısının önüne geçiyor. Az para verip çok mal/hizmet aldığınız da yalan. O eppek şişik dursun diye özel tasarlandı. Kolanın yarısı buz. Şeker ve yağ ani tokluk hissi yaratıyor ama daha çabuk acıkıyorsunuz. Akademide yükselmek için puan toplamanız isteniyor, ne kadar yayın yaptıysan o kadar iyisin deniyor. Hadi oradan. Hastanede doktorlardan az zamanda çok hastaya bakması isteniyor. Ee, nerede kaldı nitelik?
Peki, öngörülebilirlik söylendiği gibi şahane bir şey mi? Birbirinin tıpatıp aynısı binalarda, zincir mağazadan alınmış köşe koltuklarda oturuyoruz. Hava durumunun hep sabit olduğu, suçtan arındırılmış AVM’lerde, eşit boyda kesilmiş patatesleri yiyip zombi gibi geziyoruz. İzlediğimiz filmler bile I. II. III. devam filmleri çekile çekile hep aynı karakterleri aynı olay örgüsünü önümüze koyuyor. Sıra dışı bir şey yok, sürpriz yok, yaratıcılık yok.
Ya denetlenebilirlik? Bu boyutun altında yatan mantık şu: İnsan öngörülemez davranışlarıyla belirsizlik kaynağıdır. Bir kola istersin bardağı taşırır, köfteyi yakar, para üstünü yanlış hesaplar. Bu kez kesin bitti ayrıldık der, sonra gider mesaj atar. Hep bir arıza hep zarar ziyan. İyisi mi insansız teknolojileri devreye sokup verimsizlik kaynağı olan insanı denetim altına alalım. Böylece maksimum verim sağlarız, üretimde kaliteyi artırır maliyeti de düşürürüz. Örneğin, McDonalds’ta meşrubat otomatı, POS cihazı benzeri teknolojiler, işçileri daha öngörülebilir ve denetlenebilir hale getiriyor. Ritzer’ın iddiası ise doğumdan ölüme kadar hayatın her alanının teknoloji ile zaptedildiği. Okullarda bilgi önce müfredata bölünüyor, sonra müfredat bir yıla sığdırılıyor, ders saatleri teneffüs zil sesleriyle bölünüyor, denetim sağlanıyor. Sağlıkta bu öngörülebilirlik ve denetim, yapay döllenme, tüp bebek, gebelik kontrolü, kürtaj, sezaryen, taşıyıcı anne gibi uygulamalarla gerçekleşiyor. Hatta genetik biliminin gelişimiyle cinsiyetin, genetik hastalıkların vs. önceden ‘öngörülebilir’ ve ‘denetlenebilir’ olması mümkün. Verimlilik, hesaplanabilirlik, öngörülebilirlik ve denetlenebilirlik olarak saydığımız dört boyut iç içe girerek de çalışıyor. Örneğin gayriinsani teknolojilerin kullanımıyla, doğum gibi ölüm süreci de bilgisayar sistemiyle takip edilebilir, sağ kalma oranı sayısallaştırılabilir oluyor. Sonra ortaya, tek yaptığı otomatların tuşlarına basmak olan işçi, anlatacağı konuyu ders saatine sığdırmaya çalışan hoca, doğum ve ölüm olguları bile insani olmayan rasyonel planlamaya maruz kalmış bir toplum çıkıyor.
Rasyonelitenin irrasyonelleşmesi değil de ne bu?
Özetle, McDonaldlaşma, tümüyle delilik diyor Ritzer. İnsan ilişkilerine, insan sağlığına, topluma olduğu kadar doğaya da zararlı. Aşırı et tüketimi, erozyon, iklim krizi, su kıtlığı, biyoçeşitliliğin azalması gibi çok ciddi bir çevre tahribatını beraberinde getiriyor.
Peki ne yapmalı?
Yememizden içmemize, gidip kaldığımız otellere kadar her şey bu denli standardize edilmiş, önceden kesilip biçilmiş olmayıversin diyor. Tatil mi istiyorsunuz? Paket turlar yerine gidin doğaya, kamp atın, Airbnb gibi alternatif konaklama sistemlerini seçin. İki kap da olsa kendi yemeğinizi yapın, yavaş yavaş yiyin. Evinizi özelleştirin, farklı bir şey asın duvara. Yaratıcılık gerektiren şeylerle uğraşın. Kurtulun şu McDonald’s’tan da McDonaldlaşan sektörlerden de. Vejetaryenlere yönelik gıda kooperatifleri, örgü grupları, standart eğitim sisteminin dışındaki okullar, bunlar hep alternatif seçenekler.
Bir de D. Thomas dizesi ekliyor kitabına:
“O güzel geceye kendinizi öyle usulca bırakmayın, ışığın ölüşüne karşın, öfkelenin öfkelenin.”
Ritzer’ın bu tezi epey ses getiriyor. Öyle ki daha sonraları, Starbaks olsun e-Bay olsun, zincir olup toplumun boynuna asılan ne varsa, Ritzer tezine dahil ediyor ve küreselleşme ile birlikte kültürün ve toplumsal organizasyonun nasıl olumsuz etkilendiğini ince ince anlatıyor. Bana kalırsa kitap biraz fazla olumsuz bir hava estiriyor, Ritzer’ın McDonaldlaşma’dan nasıl kurtuluruz’a dair önerileri de ‘hamburgerlerinizden başka kaybedeceğiniz bir şey yok’ tadında değil. Ama yine de nefis analizler var.
Velhasıl, kitabın künyesini aşağı bırakıyorum [2]. Alın okuyun derim.
Bilimle Kalın.
Firuze Şenbilim.
Ritzer’a not:
Sevgili Ritzer, mekdanıldsı yiyeyim sana bir şey olmasın. Bizi soracak olursan, toplumda bir tavukdönerleşme var ama mevzuyu akademiye henüz taşıyamadık. Adres ver, köyden yumurta zeytinyağı, salça gönderelim. Sosyologlara selam, öpüyorum. Firuze.
[1] Z. Bauman, Modernite ve Holocaust https://www.alfayayinlari.com/kitap.php?id=10782
[2] G. Ritzer, Toplumun McDonaldlaştırılması – Çağdaş Toplum Yaşamının Değişen Karakteri Üzerine Bir İnceleme https://www.ayrintiyayinlari.com.tr/kitap/toplumun-mcdonaldlastirilmasi/362
Firuze Şenbilim
Yazar: Firuze Şenbilim (tümünü gör)
- Toplumun McDonaldlaştırılması - 9 Ekim 2020
- Yazsam Olmuyor, Yazmasam Olmaz: Sosyal Bilimcilerin Yazma Çilesi - 9 Mart 2020
- Üstat Bourdieu ve Süpersonik Kavramları - 26 Ekim 2018
- İdeolojilililerleee, Karl Marx - 3 Kasım 2016
- Kutsalım, Kutsalsın, Kutsal – Emile Durkheim - 7 Eylül 2016